
Almanya'da kurup adını verdiği rock grubu Alev'den ayrıldı, yola yalnız devam ediyor. Alev Lenz, ilk stüdyo albümü 'Storytelling piano playing Fräulein' ile karşımızda. Eskiden sahnede az da olsa 'sert yapan' Alev artık durulmuş, sakinleşmiş, piyanosunun başına oturmuş, sakin sakin anlatıyor
“East Village’de sigaranın yasaklanmadığı küçük bir bar düşleyin... Yalnız insanların ‘güzel ve sağlıklı olmak için şefkate gereksinim duydukları’, ‘kırmızı şarapla sırılsıklam oldukları’ ve itiş kakış, Lach’ın herkese açık mikrofon seansını dinledikleri o barda insanlar her pazartesi akşamı kalplerini şarkıcı ve söz yazarı Alev Lenz ve piyanosuna terk ederler: Siyah beyaz bir filmden enstantaneler, klavye tuşları... 26 yaşında, sarışın genç kadın Alev, ruhu Doğu’ya, aklı Batı’ya özgü ve kozmopolitan vizyona sahip bir insan olarak ortamı devralır. Sadece varlığı, herkesi yakalar, dikkatleri üzerinde toplar. Yalın ve muhteşem sesiyle canlı ve rengârenk imgeler resmederek yaşama binbir öykü aktarır. Şefkati, ‘birbirlerinin gözlerinde bulmayı’ umulanı ve hepimizin peşinde olduğumuz şeyi: Aşkı arayan bir insanın öykülerini...”
Alev Lenz’i henüz hiç tanımadan, sadece telefon sohbetlerinden bilen Arjantinli bir genç kadın yazar yazmış yukarıda bir kısmı görülen biyografisini. Lenz’in dediğine göre, onu hiç görmeden anlamış, hissetmiş. Yeni çıkan albümüyle, kendisini ‘tanımadan anlayacakların’ sayısını artırmak istediğini söyleyen, bir ayağı Doğu’da, bir ayağı Batı’da, eski rocker, yeni hikâye anlatıcısı Alev Lenz, kendisini ve yeni albümü ‘Storytelling piano playing Fräulein’ı anlattı...
Kimdir Alev Lenz?
Ben de bu sorunun cevabını arıyorum aslında. Hiçbir yere ait olmadan, oradan oraya savrularak, kendimi aramak hoşuma gidiyor. Almanya’da doğdum. Annem Türk, babam Alman. İki kültürü de, dili de çok iyi biliyorum. Annem ben küçükken evde hep Türkçe konuşurdu. Onun emekleri ve bana Türkçe’yi, Türkiye’yi unutturmama çabaları bugünden bakınca çok önemli geliyor.
Müziğe ilgi ne zaman başlıyor?
Küçükken klasik müzik eğitimi aldım. Chopin dinleyen bir çocuktum yani. Sonra anneannemden Türk müziğini öğrendim ve çok sevdim. Hem klasik Türk müziği hem de bütün o Türkiye denilince aklımıza gelecek sesleri onun sayesinde keşfettim. Sezen Aksu, Cem Karaca kasetleri getirirdi bana. Kulağıma küçük yaşta girdi o sesler, hiç yabancı kalmadım. Geçenlerde anneannem hayatını kaybetti. Kişisel eşyaları arasında benim ona yazdığım mektupları buldum, onun için yaptığım resimleri, çocukça çizimleri... Bir tanesinde Orhan Veli’den bir şiir yazmışım. Tamamen aklımdan silinmişti. Uzun yıllar Orhan Veli okumadım, aklıma bile gelmedi ama “Aslında ben çocukken biliyordum onları” dedim kendime. Her gün hatırlamasam da, dinlemesem de biliyorum.
Böyle piyano çalıp mırıl mırıl şarkılar söyleyince Tori Amos, Fiona Apple gibi müzisyenlerle kıyaslama oluyor mu?
Duyuyorum böyle şeyler ama ben hayatımda Tori Amos’u ilk kez geçen ay dinledim. Bir arkadaşım verdi bir albümünü, tarzımızın benzediğini söyleyerek. Onun sayesinde dinledim, tanıdım. Ya da yine hayatımın ilk ve tek P.J. Harvey albümü en son albümüdür, onu dinledim bir tek.
Böyle söylemeseniz, insan ‘Al bir tane daha’ diye düşünüyor halbuki.
Ya, inanın ben müzik dinlemiyorum. Arkadaşlarım, birlikte çalıştığım insanlar getirmese hiç dinlemeyeceğim neredeyse. Mesela sokakta yürürken sokağın sesini duymayı isterim. Ezan sesi, rüzgâr sesi, araba gürültüsü, sokak müzisyenleri... Şehrin kendi sesi beni besliyor, gerçekten kulağımda müzikle dolaşamam, çünkü içimde bir müzik var ve eğer sürekli dinlersem onu duyamam diye düşünüyorum. Çoğu bestemi sokakta yürüken yaptığım için de dinlemiyor olabilirim. Aklıma bir melodi geldiğinde, nerede olursam olayım, hemen kayıt cihazımı çıkarır, kaydederim. Eskiden insanlar tuhaf tuhaf bakardı ne yapıyor bu diye ama şimdi sokakta, metroda telefonun kulaklığıyla konuşan herkes deli gibi görünüyor zaten.
Aslında her şehrin kendine özgü bir sesi var; gözünüzü kapasanız hangi şehirde olduğunuzu
anlayacağınız özel sesler...
Şu sıralar tam da bu konuyla ilgileniyorum. Farklı şehirlerde farklı sesler yakalamanın ve kaydetmenin peşindeyim. Björk de yapmıştı ya, bir gece kulübünde tuvalete gidip sesi kaydetmiş, üstüne şarkı söylemişti. Böyle projeler var aklımda. Ben oturup hadi bugün bir şarkı yazayım diye çalışan bir insan değilim. Binlerce kayıt, defterler dolusu söz, not ya da çizimi bazen temizleyeyim diye oturuyorum ve ortaya şarkılar çıkıyor.
Albüm de öyle mi çıktı?
Evet, kesinlikle. Bu albüm tamamen benim anlatmak istediğim hikâyelerden oluşuyor. Şarkılardaki sözleri ne zaman, neden yazdığımı hatırlıyorum. Çünkü hepsinin bir öyküsü var.
Eskiden birlikte müzik yaptığınız gruptan da bu sebeple mi ayrıldınız? Kendi hikâyelerinizi anlatmak için...
Öyle bir noktaya gelmişti ki grup, işimiz sadece insanları eğlendirmeye çalışmak olmuştu. Mutlu değildim, kendi şarkılarımı söyleyemiyordum, anlatmak istediklerimi anlatamıyordum. Sahnede deli gibi bağırırken, aslında mutsuzluktan ölüyordum. Tam da albümler, konserler aşamasındayken grup, ayrıldım. Böyle daha mutluyum. Onlar yola yine ‘Alev’ ismiyle devam ediyor.
Grupla daha sert bir müzik yapıyordunuz, şimdi daha yumuşak, sakin bir hava var yaptığınız müzikte...
Evet, çünkü zamanla değişiyor, yeni şeyler öğreniyorsunuz. Ama ben zaten klasik müzik eğitimi aldığım için her zaman piyanoyla şarkı söylemeye ilgim vardı. Mesela şimdi Almanya’da Türk enstrümanlarını öğrenmek için bir kursa gidiyorum. Yeni albümde duduk, ney gibi sesler duymak istiyorum. Türk müziği ve kullanılan enstrümanlar çok zengin. Şimdi onları öğrenmeye çalışıyorum.
Tepkiler nasıl, insanlar beğendi mi albümü?
Albüm çıkalı kısa zaman olmasına rağmen, iyi tepkiler alıyorum. Albüm kışın çıktı ama doğru dürüst konser vermedim ya da bir yerlerde çıkmadım. Dolayısıyla dinleyiciden biraz uzak kaldım. Ama doğru anlaşılmış olduğum için mutluyum çünkü insanlar söylemek istediklerimi yanlış da anlayabilirdi. Ben bu albümle ilgili olarak baştan itibaren şanslıydım. Mesela yapımcıyla konuşurken bana dedi ki, “Ben şarkılara dokunmayacağım ama asla hazır ses kullanmam. Keman çalınacaksa kemancı gelecek, çalacak.” Bu benim için şaka gibiydi çünkü ben de tam öyle düşünüyorum. Sırf böyle meseleler yüzünden albüm yapmak istemiyordum. Çünkü benim dinleyiciye en iyisini vermek gibi bir sorumluluğum var. Bir şey paylaşıyoruz, senin albümünü alıyor ve sen dinleyiciye samimi davranmıyorsun. Bu olmaz. Yapımcım Don Philippe çok tatlı bir adam. Şimdi sıkı dost olduk. Ben ev arıyordum, onun sokağındaki evlerden biri boşalmış, hemen oraya taşındım. Sürekli ondayım, müzik yapıyoruz. Sevgilisiyle sürekli yemek yapıyorlar, acıkınca falan da onlara gidiyorum.
Müzik yazarı Eray Aytimur sizin için, “Seneye Eurovision’a Alev gitsin” diyor. Ne diyorsunuz?
Giderim. Yarı Türk, yarı Alman biri olarak İngilizce şarkıyla herkese seslenir, puanları toplarım. (Gülüyor) Şaka değil, gerçekten de olabilir. Ama kendi şarkılarımdan biriyle katılmak isterim. Sadece Eurovision’a uygun olsun diye içine etnik sesler katılmış bir besteyle değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder