
Kimisinin kafasında vazo kırdığı, kimisi için kendini camdan attığı üç koca devirdi, iki çocuk, beş bin plak yaptı. Çıkmadık sahne, söylenmedik eser bırakmadı. Kekeme ‘Hikmet’ten diva Müzeyyen yaratan, Atatürk’e şarkı söyleyip, sahnede rakı kadehine takla attıran Müzeyyen Senar 93 yaşında
Hiç unutmuyorum, bir söyleşisine “50 yıldır belim ağrıyor” diye başlıyordu. Ah, uh derken bel ağrısının sebebine gelince sıra, “E, üçüncü katın penceresinden attım kendimi aşağıya, kömürlüğe düştüm, genceciktim hem de. Ne yapayım kurtulmak istedim, hayattan da, o adamdan da, ailesinden de...” diyordu. “Kim o adam?” sorusuna, yanında oturan kızı Feraye’yi gösterip, “Bunun babası işte, Ercüment. Galatasaray’da top oynardı. İki sene Ankara’da dolaştık, sonra İstanbul’a yollamaya kalktı beni, ailesi istememişmiş güya, ben de kıydım canıma.” diyordu. ‘Kıydım canıma’yı, ‘e, attım kendimi aşağıya’yı, ‘tuzluğu uzatır mısın?’ der gibi söylüyor, beş dakika sonra bütün o acıları yaşayan kendisi değilmiş, topçu Ercüment için kömürlüğün üstüne atlayıp belini kıran bir başkasıymış bambaşka bir hikaye anlatıyordu: Ben bir kez âşık oldum aslında, o da Suudi Arabistan sefiriydi. Evlendik, sefire oldum. Ama şarkıcı olduğum için hükümeti istemedi, ayırdı bizi, muhteşem bir adamdı...
Müzeyyen Senar, böyle dobra, müdanasız ve cesur bir kadın. “O gece defterim Atatürk’te kaldı.” gibi bir cümle kurabilecek kadar acayip bir hayatı var. Kıskanç kocanın kafasına çekinmeden vazo geçiriyor, Atatürk’le dans etti diye kıskanınca da boşuyor, İstanbul’a tıpkı Türk filmlerinde olduğu gibi tahta bavulunu kapıp tek başına geliyor, kekeme ‘Hikmet’ten diva Müzeyyen yaratıyor...
Güzel ses anneden...
Müzeyyen Senar’ın babası, Cerrah Mehmet lakaplı bir kıraathane işletmecisi, annesi ise güzel Kuran okuması ve bülbül sesiyle ünlü köylü kızı Zehra. 1909 yılında evleniyorlar, Hemen ertesi yıl Senar'ın ablası İsmet, 1915'te de abisi Hilmi dünyaya geliyor. Aile; İsmet ve Hilmi'yi, Zehra Hanım'ın İstanbul'd oturan ve çocuğu olmayan kız kardeşine veriyor. Fakat iki çocuğu yolladıktan hemen sonra yeniden hamile kalıyor. 18 Temmuz 1918'de Bursa'nın Pınarbaşı Köyü'ndeki evlerinin oturma odasında, Senar dünyaya geliyor. İsmini Hikmet koyuyorlar. Bir kaç ay sonra bebeğin nüfus cüzdanını çıkarması için şehre gönderdikleri enişte, ‘yapamadım’ diye diye dönüyor. Elindeki nüfus cüzdanını uzatıp ekliyor: Yapamadım, bu çocuğun adının Hikmet olmasına gönlüm el vermedi, yakıştıramadım, Müzeyyen yazdırdım.
Zehra Hanım, kızı doğduktan sonra da mevlitlere gitmeye, 40 Kuran’ı, mukabele filan okumaya devam ediyor. Müzeyyen altı yaşındayken, mevlitlerde annesine eşlik etmeye başlayınca millet hayrete düşüyor. Herkes ‘güzel sesli küçük kız’dan bahsedip sonuna ‘maşallah’ı eklemeyi unutunca nazar değiyor, Müzeyyen bir sabah kekeme olarak uyanıyor. Ama şarkı söylemede sorun yok, o günleri “Tuzluğu bile nağmeli isterdim” deyip gülerek anıyor.
Türk filmi gibi
1920'lerin başında Yunan işgali yıllarında Cerrah Mehmet Bey, Yunanlı askerlerin 'cinsel hastalıklarını' tedavi ederek çok para kazanıyor. Ardından eve gelmemeye, kandili her gece başka bir yerde söndürmeye başlıyor. Müzeyyen dokuz yaşındayken annesi evi terk ediyor. Bundan sonrası hakikaten Türk filmi gibi. Üç yıl sonra Müzeyyen, babasının cebinden aşırdığı iki lirayla evden kaçıp İstanbul'a gidiyor ve adresini bile bilmediği annesini buluyor. Okula başlıyor. Müzik hocası sayesinde Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne kaydoluyor. Burada kemençe üstadı Kemal Niyazi Seyhun Bey ve udi Hayriye Hanım gözetiminde eğitim görüyor. 1932'de Radyo Evi'nde işe başlıyor. Sonra geldin 'ekstralar'... Bevlü Gazinosu'nda sahne alıyor. Sahneye çıkmak için getirdiği 'solo yapma' şartı ile Senar, Türk gazino tarihinde solistlik müessesesini başlatan ilk sanatçı oluyor.
Üç kere evleniyor. Meksika’da üç kocayı deviren kadınlara ‘adam yiyen’ dendiğinden haberi var mı bilmem ama bilse kahkahayı basacakmış gibi duruyor. İlk nikah, 1935'te, hayatı boyunca taşıyacağı Senar soyadının sahibi Ali Senar. 1943'te Ercüment Işıl'la, 1953'te Suudi Arabistan Sefiri Tevfik Hamza Bey'le nikâh masasına oturuyor. Ama “Ben kimseyi sevmedim, hep adamlar bana âşık oldu.” diyor.
Paris’te konser
İlk yurt dışı konserini Paris'te veriyor. Türkiye'de neredeyse sahneye çıkmadığı gazino kalmıyor. En çok ‘Haydar Haydar’, ‘Ormancı’, ‘Feraye’, ‘Benzemez Kimse Sana’yı söylüyor, sahnede rakı bardağını çevirmesiyle, çok iyi rakı içmesiyle ve elmayı çat diye ortadan ikiye bölmesiyle hatırlanıyor. 10 Haziran 2004'te özel bir etkinlik olan '70. yıl' konserinde, Tarkan, Ajda Pekkan, Nilüfer gibi birçok sanatçıyla birlikte sahneye çıkıyor. Bir daha da sahneye çıkması doktoru tarafından yasaklanıyor. Daha doğrusu, ‘en fazla beş dakika, çok özel birşey olursa’yla kısıtlanıyor. Senar’ın son zamanları artık hep ‘çok hasta’, ‘Bodrum’daki evinde ilgisizlik ve vefasızlıktan şikayetçi’, ‘Sibel Can’la küs mü?’gibi cümlelerle anılıyor. Bir de Bülent Ersoy’a kaptırdığı pırlanta küpelerle... Ersoy, Senar’ın sahneye çıktığı yere gidiyor, programdan sonra kendisine bir küpe hediye etmek istiyor. Senar’ın küpelerini çıkarıp, kendi getirdiği küpeleri takıyor. Sonradan anlaşılıyor ki, hediye küpeler imitasyon, Senar’ın kulağından çıkarıp çantasına attığı küpelerse gerçek pırlantaymış. Senar küpelerini istiyor, Ersoy, ‘ne münasebet’ diyor, filan... Türkçe aratırsanız en çok çıkanlar bunlar da, başka bir dilde aratınca divanın hiç duymadığınız eserleriyle karşılaşıyorsunuz, sadece se kayıtları var, ‘Evlerinin önü mersin’, ‘Ben seni unutmak için sevmedim’, ‘Fikrimin ince gülü’...
Senar, 5 binden fazla plak doldurdu, 2008’de Devlet Sanatçısı ünvanını ve ‘Cumhuriyet’in divası’ lakabını aldı, Feraye Işıl ve Ömer Işıl adında iki çocuğu var, Bodrum’da yaşıyor, sesini artık tamamen kaybettiği ve sol tarafının da felçli olduğu söyleniyor... Ama biz onu dudağının üstündeki beniyle, çiçekli elbisesi, elindeki rakısı, elmasıyla, dilinde de bir ‘Kırmızı Gülün Ali Var’, bir ‘Huysuz ve Tatlı Kadın’la anıyor, seviyoruz. Tişörtü olsa giyeriz.
“Bu saçların hali ne?”
Müzeyyen Senar’ı, 1936 yılının aralık ayında Atatürk’e şarkı söylemesi için Dolmabahçe Sarayı'ndan çağırıyorlar. Masada devrin tanınmış kişileri var. Yaver Müzeyyen Senar ile eşi Âli beyi takdim ediyor. Müzeyyen Senar çok heyecanlanıyor. Atatürk, Senar’ı yanına çağırıyor, şefkat gösteriyor, repertuar defterini inceliyor. Sonra birden kaşlarını çatıyor, “Bu saçların hali ne?” deyip yavere işaret ediyor. Yaver, “Lütfen beni takip ediniz Müzeyyen hanım” deyinve Senar, “Korkudan öleceğim” diye düşünüyor. Biraz sonra eşi Âli Senar da içeri giriyor. Yaver “Merak etmeyin efendim, berberimiz sizin saçınızı ve eşinizin bıyığını kesecek” diyor. Senar, sonradan öğreniyor, Atatürk Senar’ın ensesine topladığı saçları beğenmemiş ve ‘modern’ bir görünüm için saçlarının kesilmesini istemiş. “Nitekim berber saçlarımı alagarson kesti. Birden görünümüm değişmişti. Âli de bıyıklarını kaybetti." diyor Senar. Daha sonra yine Atatürk tarafından Bursa'ya çağrılıyor ama içi müsterih: Önce Taksim'de berber Vili'ye koştum. Biraz uzamış olan saçlarımı kestirip maşayla ondüle yaptırdım. Sevinçten uçuyordum." Savarona'dan çağrıldığında ise içi daha da rahat: Saçlarım zaten uzun değildi. O bakımdan müsterihtim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder