20 Temmuz 2011 Çarşamba

rock'n coke 2011



Rock’n Coke’un ikinci gününde ana sahnede arzı endam eden ilk ekip Gripin’di. Herkes bir önceki geceden uykusuz, çapaklı ve aç olduğu için sahne pek kalabalık değildi. Friendly Fires çıkınca ortam hareketlendi. İngiliz dans-pop topluluğu henüz ikinci albümün turnesinde ama bu kadar kısa sürede iyi hayran yapmış. Bağıranı çağıranı çoktu.
Athena 19.00 gibi çıktı sahneye. ‘Öpücük’ bazı festivalcilerin hislerine tercüman olunca coşku arttı. Rock’n Coke’un güzel anları tam güneş batarkenki vakitlerdi. Hava serinliyor, ortam şeftali rengine bürünüyor, bünyede bir huşu vuku buluyor. Tuvalet kokusu da, bira sırası da canını sıkmıyor. Skunk Anansie de işte tam o vakitlerde sahnede. Deborah Anne Dyer, esas bildiğimiz ismiyle Skin, siyah renkli, parlak bir tulum giymiş. Üzerinde yanar döner bir aksesuvar. Ama ikinci şarkıdan sonra çıkarıyor, az sonra yapacaklarının sinyalini verir gibi, gidip platform topuklu ayakkabılarını da değiştiriyor, gri düz, bağcıklı bir bot giyiyor. Sonrası çok acayip. Sahnede basmadık yer bırakmıyor, davulun üstü dahil… İki kez seyircinin arasına karışıyor, ‘stage dive’ doymuyor. O sırada, “Bir insan bu haldeyken nasıl şarkı söyleyebilir?” dendiğini duyuyorum. ‘Hedonism’, ‘Weak As I Am’, ‘I Have Had Enough’, ‘Charlie Big Potato’, ‘Because Of You’ gibi hitleri seyirciyle birlikte söylüyor, coşkusuna eşlik etmeyeni gördü mü yapıştırıyor: Siz Travis için geldiniz herhalde…
Skin’le yükselen tansiyonları Paolo Nutini toparlıyor. Ortam sakinleşiyor, sahne önü bir elinde bira bir elinde sevdiceğinin eli olanlarla doluyor. Nutini’nin gitarlı harmonikalı müziğini ‘bayık’ bulanlar var. “Çay bahçesi mi burası?’ ve ‘Country Festivali’ne mi geldik?” diyeni duydum. Gerçi nerede duyduğumu da söyleyeyim. Tuvaletler tahmin edileceği üzere çok pis. Duyum aldık, VIP’de temizmiş. Oraya nasıl girilir? VIP arkadaş bulmak lazım. Neyse ki tanıdığın tandığı filan derken bulundu, ondan bileklik alındı, takıldı ve festival boyunca ilk kez suyu akan, sifonu ve hatta tuvalet kâğıdı olan bir tuvalete girildi. Hezarfen’de hayatta kalmak zor, herkes kendi yöntemini buluyordu. Orada da idrak ettik yani: ‘Dayı’n yoksa öl...
Travis’i dinlerken ellerimi sabunla yıkayabilmiş olmanın mutluluğu vardı bünyede. 90’ların başında kurulan Brit-pop’un ‘içten’ ekibi, geldi, mırıl mırıl çaldı. Solist Francis Healy’nin yeni babalığı gruba sirayet etmiş, artık daha ‘olgun’ bir Travis var karşımızda. Bir de Healy’nin, tıpkı babam gibi “Siz de anne baba olunca anlarsınız” demesi bu değişimin bariz göstergesiydi. “Hadi bu şarkıyı onlara ithaf edelim, anne babalarımıza…” dedi ‘Closer’ı çaldı. ‘Sing’, ‘Flowers in the Window’, ‘Love Will Come Through’, ‘Side’ hep beraber söylendi. ‘Why Does it Always Rain On Me’ ile bitirdi.

Moby’yle barıştım
Moby beklenenden geç çıktı. Hit parçalarını çaldı, yorgunluktan ölenleri bile zıplattı. Ben Moby’yi pek sevmezdim, New York’ta sahibi olduğu vegan kafe ‘Teany’ hakkında “Kendi şarkılarımı çalmıyorum, yani burası şehirde Moby çalmayan tek yer. Beni sevmeyen buraya gelsin, ben de hep buraya geliyorum” diyebilen bir adam olduğu için sempati duyardım ama önceki geceden beri barıştık galiba, benim için ‘hayırlı’ bir konser oldu yani.

Biraz tersten gitmiş gibi olacak ama şimdi de ilk günden söz edeyim. İlk gün, biraz geç gittim festivale. Zira gazete geç bitti. Yine de Duman'a yetiştim, The Kooks'un ise sadece son iki şarkısını, o da alana girerken filan duyabildim. Basın çadırı kalabalık, uzamak lazım. Bir tane rock'n coke kartı çıkartıp bira almak duman'a hazırlanmak lazım. duman, benim şu hayatta sevdiğim bir kaç ekipten biri, yerleri ayrı, o yüzden heyecanlıyım. şu kart meselesi can sıkıcı, kuyruk uzun ama zaten festival biraz da sıraya girmek demek olduğundan ses çıkartmıyoruz. nihayet elimizde bira var: sıcak, beklemiş ve yedi lira ama olsun. zaten onlar da bizim 'olsun' diyeceğimizi bildikleri için yapıyorlar bunu, soyuyorlar... duman her zamanki gibiydi: çok iyi, sıkılmış, sakin, tadına doyulmaz... kaan yine hem mutlu, hem sıkılmış görünüyordu. haklı, güneş gözüne gözüne girerken gülümsemek zor. sahne, doğuya kurulmuş, güneş sahnenin karşısında batıyor, dolayısıyla 19.00 ile 21.00 arasındaki konserler zor oluyor, onlar için, bize göreyse dediğim gibi şeker şurup...
Sırada Motörhead var. Umut o kadar güzel anlatmış ki tembellik yapıp onun Motörhead yazısını alıntılayacağım:

Motörhead faciası’nı analım
Motörhead’i Türkiye’ye getirmek kolay bir karar değil. 1998 senesinde yaşanan ve ‘Motörhead faciası’ olarak tarihe geçmiş bir konser iptali var. Konsere bir hafta kala bilet satışlarının 50’yi bile bulmaması üzerine organizasyon firması etkinliği iptal etmişti ve grup, Türkiye’ye bir daha gelmeyeceğini açıklamıştı. Aradan 13 yıl geçti ve Motörhead, kendisini ne kadar tanıdığı meçhul bir kuşağın karşısına, hiçbir kırıklık ve önyargı taşımadan çıktı. Motivasyonları yüklü, davulcuları müthiş ve vokalist Lemmy’nin yakıtı tamdı. Bununla beraber seyircinin çoğunluğunda hissedilir bir ilgisizlik vardı, ilk arıza da şarkılarından birini hep beraber söyleme denemesinde ortaya çıktı. Bilmediği şarkıyı mırıldanmaya çalışan seyirci için yapılacak pek bir şey yoktu. Şimdilerde 50’lerinde olan asıl kitle belli ki toz toprak ortamına ilgisini artık kaybetmişti. Tabii konserin hakkını veren bir azınlıktan söz etmek de mümkün. Kalabalığın berisinde aralarında Gırgır döneminin ünlü karikatüristi Aptülika’nın da bulunduğu bir ‘ihtiyar kurt’ grubu halinden memnun, eklem ağrısına yol açmayacak dozda ‘headbang’ yaparak saçlarını savuruyordu.

Motörhead’in fazla sinir yapmamasını profesyonellik ve anlayışla yorumlamak mümkün. Ancak Lemmy iğneleyici olmaktan da geri kalmadı, “Sizin gibi seyirci görmedik, muhteşemsiniz”, “Keşke 20 yıl önce gelseydik” sözleriyle hissiyatını belli etti. Buna rağmen, biraz sertliği kısarak ama enerjiyi hiç yitirmeden harika bir performansla, ‘Ace of Spades’ ve ‘Overkill’ gibi efsaneleri de sona saklayarak sahneden ayrıldılar.




İlk günün bir diğer önemli konseri Limp Bizkit'di. Benim özel olarak sevmediğim bir ekip Limp Bizkit. Ama orijinal olduklarını düşünüyorum, hele gitarist Wes Borland acayip ilgimi çekiyor. Ucube kılığının ve gitar sololarının hastasıyım. Sırf bunun için bile heyecanlıyım. Ama yanımda iki Limp Bizkit hayranı var. 30 yaşını geçmelerine rağmen ergen gibi dinliyorlar konseri. (Ceren ve Berge lafım size:)) Fred ne dese bağırıyorlar, ne söylese beğeniyorlar... 'Chocolate Starfish'le açılış yapılıyor, hemen ardından 'My Generation' geliyor. Sonra 'Livin' It Up'... grup en bilinen şarkıları ard arda çalınca seyirci de coşuyor. Fred Durst bir ara seyircinin yanına iniyor, bir kaç şarkıyı seyircinin arasında söylüyor. Bir ara, 'istek var mı?' diye soruyor. Önlerden biri bağırmış olacak ki, 'Smells Like Teen Spirit' çalmaya başlıyorlar. Ama Fred'in 'hayır, hayır'ıyla şarkı başlamadan bitiyor: şaka yaptık, daha neler...
Konser bitiminde Fred Durst seyirciden ayrılamıyor, sahneyi geri geri yürüyerek terk ediyor. Ve başlıyor: Eye Of The Tiger çalmaya... Yakışır..
Çok yorgunuz, Berrin basın çadırında uyuyor, yanına gidiyorum, üstüne sarı bir havlu örtmüş, Fred'e küfrediyor, çok bağırıyormuş, uyuyamıyormuş. Kendime bir bardak çay alıyorum, hava soğudu, çok esiyor, çay iyi geliyor... Ertesi gün iş var, 2MANYDJ'S'i üzülerek kaçırıyoruz. Yorgunuz ama şunu diyebiliyoruz: Hakikaten değdi. Mesela Lemmy'yi gördük, ki bir daha zor...



Festivalden notlar:

Fiyatlar tabii ki, her festivalde, her konserde olduğu gibi pahalı.
En çok pizza yendi, en çok bira içildi. Çünkü en makul fiyatlı ve hızlı hazırlanan yiyecek içecek onlardı.
Yarım bıraktıkları pizzayı yere atan insanlar gördüm. Bir de pizzanın üstünü yiyip, alt kısmını çöpe atanlar... Bu kalabalık ortamlardaki yemek içmek israfı canımı çok sıkıyor zaten. Herkes sadece tüketmeye gelmiş, normal alışkanlıklarından farklı olarak 'çok tüketiyor', can sıkıcı. bi sakin...
Festival emekçileri çok sabırlı ve sıcağın altında çalıştıkları halde kibar, yardımseverdi. Bira satan kıza, hamburger yapan oğlana teşekkür.
Burası Türkiye dedirten sesler duyduk. “Su var mı?” diyene, “Ayran var” diyen satıcı mesela.
Sunucu iyi ki Şafak Ongan’dı. Tanıdık sesi; her grubu bilen, tanıyan hali güven verdi. Çok yoruldu, sesi zaman zaman çatallandı bir de Friendly Fires'ı, Friendly Fries olarak söyledi ama olsun...
Gündüz çok sıcak olan Hezarfen’de geceler ayazdı. Çok üşüdük, çok.
Beş tane boş bira bardağı çöpü getirene bir bedava bira vardı, maksat çöpler yerde birikmesin. Ama bu uygulamaya yüz veren yoktu.
Hezarfen’e giderken içinden geçilen Roman köyü festivalcilere ne kadar kızsa azdır, gürültüden, kalabalıktan rahatsız oldular... Hele, festivalcileri taşıyan çift katlı otobüsü gören küçük kızın otobüse, hayatında ilk kez gördüğü bir canavara bakar gibi bakışları… Çok şey anlatıyordu.


duman, seni kendime sakladım çalarken...

Sayılarla Rock’n Coke:
Festivale iki gün boyunca 45 bin kişi katıldı.
Toplam 7256 adet çadır kuruldu.
Festival için yaklaşık 10.000 kişi çalıştı.
1700 noktadan serinletme yapıldı.
600 kişilik Jandarma ekibi çalışmalara destek verdi.
200 bin litre içecek tüketildi, 80 ton buz kullanıldı.
Festivale 24’ü yabancı toplam 60 grupta 350’den fazla müzisyen sahneye çıktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder